2000’lerde Çocuk Olmak: Şimdi Gidersem Çizgi Filmi Kaçırırım
kalpli nicknameler, pembe parlatıcılar ve silinebilir sırlar
2000 doğumluyum.
Bu demek oluyor ki; televizyonun üzerine konan danteli, kumandadaki tuşların silikleşmiş yazılarını, ama aynı zamanda ilk dokunmatik telefonların heyecanını da hatırlıyorum. Biz, son radyo çocukları, ilk internet nesliydik.
Teknolojinin Eşiğinde Bir Çocukluk
Evimizde bir bilgisayar vardı ve o bilgisayar "aile bilgisayarı"ydı. İnternete girmek için annemizden izin ister, “Tamam ama 1 saat bakabilirsin” cevabını aldığımız gibi bilgisayarın başına koşardık, yoksa zamanımızdan giderdi. Bilgisayar başına geçtiğimizde MSN’de "şu an: dinliyor" yazısını koymak, en büyük heyecandı. İnternet bağlantısı kopunca çıldırırdık çünkü o an kim bilir kaç mesaj kaçırmıştık!
Devamlı olarak CD doldururduk . Her birinin üstüne CD kalemi ile içinde ne olduğunu yazardık. “2009 Tatil Karışık”, “Hareketli Pop” gibi isimler verirdik. MP3 vardı, depolaması o kadar azdı ki sadece en sevdiğim müziklere yer ayırabiliyordum. Ezberimde olanları yer kaplamasın diye sildiğimi hatırlıyorum.
Televizyon ve Unutulmaz Anlar
2000’lerde çocuk olmak, televizyonun hâlâ kutsal sayıldığı bir döneme denk gelmekti. Evin ortasına kurulmuş o kocaman kutunun önünde, danteli üzerinden kaldırıp açtığımız an, büyülü bir dünyaya adım atıyorduk. Kumandanın tuşları silikleşmişti çünkü her düğmesine basılmış, her kanalı defalarca gezilmişti. Bazen pil biter, kumanda çalışmazdı. O zaman televizyonun yanına gidip elle kanal değiştirirdik. Bir düğmeye basınca "tık" sesi gelirdi, mekanik bir güven verirdi insana.
Hafta sonları erkenden uyanıp sessizce televizyonun karşısına geçmek bir ritüeldi. Aileler uyurken, sesi kısıp rengârenk dünyalara dalardık. "Power Rangers", "Tom ve Jerry", "Şirinler", "SüngerBob"... Hepsi birer sabah arkadaşıydı. Bazen yayın saatini kaçırıp çizgi filmi ıskaladığımızda küçük bir kalp kırıklığı yaşardık çünkü tekrarını beklemek zorundaydık. İnternetten istediğin bölümü açıp izleme lüksümüz yoktu henüz.
Televizyonun karşısında çizgi film bitene kadar otururduk, tuvalete bile gidemezdik "Şimdi gidersem çizgi filmi kaçırırım!" diye düşünürdük. Reklam araları, tuvalete koşmak için verilen molalardı. Ama bazı reklamlar o kadar çekiciydi ki, ekranın başından ayrılmazdık. Hepsini ezberlemiştik. "Reklamdan sonra" denildiğinde, heyecanla beklerdik. Bazen elektrikler gider, en heyecanlı yerinde ekran kararırdı. O anki hayal kırıklığını tarif etmek imkânsızdı.
Okul Hayatı ve Küçük Ritüeller
Kalem kutularımız en büyük gururumuzdu; kokulu silgiler, renkli keçeli kalemler, üzerinde sevdiğimiz çizgi film karakterleri olan defterler... Sınıfta en popüler kız, en güzel "ponponlu kalemi" olan kızdı. Ya da 48’li Monami pastel boyası olan. Bir de tabii "kankam" diye yazdığımız bileklikler, arkadaşlarımızla takas ettiğimiz renkli tokalar. Öğretmen tahtaya bir şey yazarken hemen yanındakine fısıldardık: "Sen X’ten hoşlanıyormuşsun!" diye. Sonra kızarır, "Sallama!" diye cevap verirdik.
Beslenme saatinde, beslenme çantamızdan yemeğimizi çıkarır arkadaşlarımızın ne getirdiğine göz atardık. Çikolatalı gofretler en kıymetli takas malzemesiydi. "Bana bir ısırık ver, ben de sana vereyim" diye pazarlık yapardık.
Oyunlar: Sokakta ve Ekranda
Sokakta saklambaç, körebe, istop oynarken dizlerimiz yara bere içinde kalırdı. Eve döndüğümüzde ise bilgisayar başına geçip "Stardoll"a girer, bebeklerimizi giydirirdik. Bir de tabii "The Sims"... Karakterlerimize aşk yaşatır, evler kurar, sonra bir anda yüzme havuzunu kaldırıp boğulmalarını izlerdik (kabul edin, hepimiz yaptık!). İngilizce bilmediğimiz için de bazen aşık etmek istediğimiz çocuğu kendimizden nefret ettirirdik. Bisikletlerimizin üzerine renkli çıkartmalar yapıştırırdık. Ama evde Atari vardı. Pac-Man, Circus ve Bomberman en sevdiklerimdi. Tetris oynarken bateri bitince dünyanın sonu gelmiş gibi hissederdik.
Sırlarımız: Günlükler ve MSN Dramaları
2000’lerde çocuk olmak, sır saklamak demekti. Çünkü herkesin bir kalpli, kilitli günlüğü vardı. Ama asıl sırlar kurşun kalemle yazılırdı — silinebilmesi için. En yakın arkadaşımla sayfa değiş tokuşu yapardık. O bana "Bugün bana baktı" yazardı, ben de altına "Aşık galiba" diye not düşerdim.
MSN ise bir duygu çöplüğüydü. Birinin adının yanına kalp koyması, teneffüslerin konusuydu. "Aşk acısı" yaşamak bile bir statüydü. "Üzgünüm" durumuna geçip nick’e yazdığımız şeyler:
- "Giden gitmiştir…"
- "Kimse beni anlamıyor…"
Ama en büyük dram: "Çevrimiçi oldu ama bana yazmadı." Offline olup tekrar online olmak işe yaramazdı, çünkü o da biliyordu ki sen onu bekliyordun.
Profil şarkılarımız vardı. Göndermeli şarkılar koyar birisi sorduğunda da reddederdik. Bir de o MSN emojileri… Şimdiki sosyal medyanın soğuk, ruhsuz sticker’ları yanında ne kadar sıcak, ne kadar gerçek hissettiriyordu bize. Birisi sana öpücük gönderdiğinde, kalbin hafifçe kıpır kıpır olurdu. Titreşim atıldığında, bilgisayarın "bızzzt!" diye sarsılır, ekranın titrerdi – biri sana "Hey, orada mısın?" ya da "Cevap versene!" diye çıkışıyordu. Ve tabii ki o efsanevi su bombası... MSN Plus’la gelen bu küçük şeytan, sohbet penceresini sallayıp su sesi çıkarınca, karşındakine "Saçmalama!" ya da "Çok komiksin!" demenin en eğlenceli yoluydu.
Moda ve Güzellik Anlayışı
2000’lerin modası gerçekten bold’du! Parlak pembe t-shirtler, üzerinde "Princess" yazan tokalar, bol paçalı kotlar... "Işıltılı dudak parlatıcısı" sürmek için annemizden izin isterdik. Bir de tabii "boncuklu saç lastikleri" vardı, onları takınca kendimizi bir prenses gibi hissederdik. Okulda en havalı kız, en güzel "kat kat çorap" giyendi. Makyaj yapmak yasaktı ama gizlice ruj sürüp sonra da silmek, bir yetişkin olmanın ilk adımı gibiydi.
Şimdi Geriye Dönüp Bakınca...
Şimdi o günlere bakınca, ne kadar saf ve mutlu olduğumuzu fark ediyorum. Teknoloji bu kadar hızlı değildi, ama her şey daha renkliydi. MSN’de saatlerce sohbet eder, "bb" yazmadan asla kapatmazdık. Şimdi her şey çok hızlı, her şey anında... Ama o dönemin heyecanı, o küçük mutluluklar, unutulmaz. Belki de en güzel çocukluğu yaşadık biz. Hem sokakta oynadık, hem de dijital dünyaya adım attık. Ve şimdi anlıyoruz ki, o yıllar bizim "altın çağımız" dı.
Ama yine de ne kadar yazsam yetmedi… Çünkü biz o yılları sadece yaşamadık, içimize işledik. Her detayda biraz daha büyüdük, biraz daha hayal kurduk. Bazı şeyleri sadece biz anlarız; MSN’de yazmayınca kalbi kırılan hâlimizi, kokulu silginin verdiği mutluluğu… Belki de bu yüzden, anlatmakla bitmiyor. Çünkü o çocukluk, hâlâ içimizde bir yerde pembe pembe parlıyor.
“Duygusal bir çöplük” olarak MSN 🫠👌🏻 cd’ler ve bb’ler ile dolu o geçmişe gittim geldim sayende, teşekkürler ✨
2000’li değil de sanki 1990-1980 arası birisinin yazısı gibi geldi . Kendimi instagram 90’lar sayfasında hissettim . Her nesil kendi zamanını şanslı sayar . Çok güzel zamanlardı evet maalesef hiçbir şekilde o zamanlara dönmemiz mümkün değil . Ama o zamanları yaşamış insanlar olarak hala hayattayız . Ve evet yaz yaz bitmez o zamanlar . En önemlisi ise insanların birbirlerine müthiş güvenmeleriydi . Teşekkürler.