Bazen sabahları uyanınca bir anlığına çocuk olduğumu sanıyorum. Rüyamda annem mutfakta çay koyuyor, babam gazetesini okuyor, televizyon hafif bir uğultuyla fonda. Kardeşim oyuncaklarıyla oynuyor, bense uyandığımda kimsenin gitmediği bir evdeyim. Herkesin hâlâ orada olduğunu sandığım, sıcak, kalabalık, huzurlu bir evde.
Ama sonra gözümü açıyorum. Ve fark ediyorum. Artık kimse aynı anda evde değil.
Bu cümle, içimi paramparça eden bir gerçeği anlatıyor. Hepimiz başka yerlere savrulduk. Kimi şehir değiştirdi, kimi ülke. Bazılarımızın kalbi başka coğrafyalarda kırıldı, bazılarımız artık o eski neşesiyle kahkaha atmıyor. Ama hepsinden öte: bir daha hiçbirimiz, aynı çatı altında aynı anda, aynı şekilde var olamayacağız.
Çocukken bu kadar huzurlu olduğumuzu bilmiyordum. Bilseydim daha dikkatli dinlerdim evin sesini. Tencerenin fokurtusunu, çatal bıçak seslerini, su ısıtıcısının fısıltısını… Bilseydim daha çok bakardım annemin genç ellerine. Babamın gömleğinin ütüsüne. Kardeşimin yüzündeki bene bile hayran kalırdım belki. Çünkü o ben, onun hâlâ evde olduğunu gösteriyordu.
Ama biz büyümek istedik. Daha fazla özgürlük, daha fazla alan, daha fazla “ben” dedik. Ve sonra herkes kendi odasının kapısını biraz daha sert kapatmaya başladı. Herkesin kulaklığında başka bir şarkı çaldı. Akşam yemekleri seyrekleşti, pazar kahvaltıları iptal edildi. Sonra birimiz valiz yaptı, biri sınav için başka bir şehre gitti. Ve ev, yavaş yavaş sessizleşti.
Evler küçülmüyor aslında. İçinde insan eksilince büyüyorlar. Yankılanıyorlar. Sanki her duvar, her sandalye, her kapı seni bekliyor gibi. Geri döneceğini sanıyorlar. Ama dönmüyorsun. En fazla bir bayramda uğruyorsun. Kaldığın oda artık misafir odası. Eskiden masanda duran çerçeve dolaba kaldırılmış. Ve annen hala “nasıl alışamadım boşluğunuza” diyor.
Benim çocukluk odam şimdi başka bir şey. İçinde ben yokum. Yatağımın altına sakladığım mektuplar bile artık bana ait değil. Sanki başka birinin eviymiş gibi. Oysa bir zamanlar orası evrenin merkeziydi.
Bazen o kadar çok özlüyorum ki birlikte olma hâlini… Hiçbir şey yapmadan bir arada olmayı. Herkesin evde olduğu, kimsenin dışarı çıkmak istemediği günleri. Film izlerken kardeşimin uyuyakalmasını. Annemin battaniye örtüşünü. Babamın gözlük camını buğulayıp gülmesini…
Şimdi ev dediğimiz şey sadece bir lokasyon. Geri dönülen, kalınmayan, geçici bir durak. Artık kimse aynı anda orada değil. Bu kadar basit.
Ama bu basitliğin içinde ne büyük bir eksiklik var, tarif edemem. Bazen Instagram’da birinin ailesiyle çekilmiş bir sofra fotoğrafını görüyorum. Altında herkes gülüyor. Ve içimden bir şey çöküyor. Çünkü o fotoğrafın içinde hissediyorum kendimi ama ben o sofrada değilim. Çünkü benim ailem artık o anda toplanamıyor. Çünkü zaman hepimizi başka yönlere savurdu ve artık aynı saatte çorba içemiyoruz.
Ev bir kelime değilmiş. Bir zamanmış. Herkesin aynı anda, aynı kalple, aynı yerde olduğu bir zaman. Şimdi o zaman geçti. Ve ben bazen kendi evimde bile evsiz hissediyorum.
Büyümek, özgürleşmek zannettik. Ama özgürlük sandığımız şey, çoğu zaman yalnızlığın kibar bir kılığıymış. Herkesin kendi hayatına sahip olması güzel elbet. Ama bazen sadece akşam yemeğinde hep beraber oturmak için her şeyi bırakmak istiyorum. Bazen sadece çocuk olmak istiyorum. Belki yeniden değil ama bir kez daha.
Bir daha olmayacak şeylerin sessizliği çok ağır. Son kez yaşadığını bilmeden yaşadığın anlar. Son kez o sofrada toplandığınız, son kez annenin yemeğini ilk kez tattığın, son kez birlikte film izlediğiniz o gece. Son kez çalan kapı zili. Son kez.
Ve o “son kez”leri yaşarken fark etmemişiz. O anın sıradan olduğunu sanmışız. Oysa o sıradanlıklarmış asıl mucize. Asıl kaybedilenler onlar. Ve şimdi bir daha olmayacaklarını bilmek, içimde bir boşluk bırakıyor. Hani çerçeveden düşen bir fotoğraf gibi. Yerinde bir iz kalıyor ama kendisi yok.
Hiçbir zaman tam olamayabiliriz. Ama bu eksiklik, bu hasret, bizi insan yapıyor. Ev dediğimiz şey artık bir zaman değil, bir duygudur belki. Bir gülümseme, bir ses tonu, bir tarif defteri.
Belki annem hâlâ sesimi duymadan içi rahat etmiyorsa, ben hâlâ kız kardeşimi arayıp anlamsız konuları anlatmak istiyorsam, babam hâlâ “yorgun musun” diye soruyorsa… o evin parçaları hâlâ yaşıyor olabilir.
Bu yazıyı belki kendime yazıyorum. Belki sana. Belki de herkesin bir zamanlar ev dediği o yere.
Artık kimse aynı anda evde değil. Ama o evi içimizde taşımayı hâlâ öğrenebiliriz belki.
Hala ev zamanındayım ama gelecekte şuan bu yazıları yazdığım odam,misafir odası olacak.bunun farkında olmak bile kırıcı malesef ...
otobüste ağlıyorum 😜