Hayat bazen tam anlamıyla yangın yeri. Küçük küçük değil, her köşesi alev almış bir ev gibi. Cam kırıkları yerde, tavan çöküyor, duman boğazına doluyor, ama içeriden hâlâ müzik sesi geliyor gibi. Biri içeride hâlâ dans ediyor gibi.
Ve o biri sensin.
Bazen öyle zamanlar geliyor ki, her şey üst üste yığılıyor. Sağlam sandığın insanlar gidiyor, planların çöküyor, hedeflerin anlamsızlaşıyor. Kalbin kırık, banka hesabın ekside, kendine dair hislerin bile eriyip gidiyor. Gelecek? O da alev aldı. Her şeyi kontrol etmeye çalışan yanın çoktan pes etmiş. Yalnızca kalakalmışsın, elinde hiçbir şey olmadan, gözünün önünde yok olan hayatına bakarken.
Ama işin garibi, bir yandan da içinden bir şey kıpırdıyor. Belki bir şarkı. Belki de eskiden sevdiğin bir dans videosunu hatırlıyorsun. Ya da sadece yaşama içgüdüsü. Çünkü insanlar en karanlık zamanlarda bile, içten içe bir ritim bulmaya çalışır. Bir hareket. Bir anlam. Bazen tek yapabileceğin şey, her şey yok olurken kendini hareket ettirmeye devam etmektir.
Dans etmekten kastım fiziksel bir şey değil sadece. Buradaki dans, hayatta kalma şekli. Bir tür zarafet. Bir tür “tamam, bu da oldu ama ben hâlâ buradayım” demek. Ağlarken kahkaha atmak gibi. Kalbin paramparçayken gün batımına “vay be” diyebilmek gibi. Ayakta kalmak değil sadece mesele. Ayakta kalırken bir de güzel durabilmek.
Büyürken bize hep kontrol anlatıldı. Planla, çabala, mükemmel ol. Kazan. Elinde tut. Dökülme. Ama kimse bize şunu öğretmedi: Peki ya hiçbir şey planladığın gibi gitmezse? Peki ya hayat seni dinlemezse? Peki ya her şey dağılırsa?
İşte o zaman dans etmeyi öğrenirsin. Yavaşça. Bazen sendeleyerek. Bazen tökezleyerek. Ama öğrenirsin. Çünkü hayat, sadece düzenli, yolunda giden zamanlardan ibaret değil. En çok da kaosun ortasında kim olduğunla ilgilenir. Kim olabildiğinle. Yangının içinde hangi melodiyi duyduğunla.
Ben kendi hayatımda bu yangını çok tanıdım. Bazıları sessiz yangınlardı; dışarıdan her şey yolundaydı ama içim kül doluydu. Bazıları çok gösterişliydi; insanlar uzaklaşırken ben hâlâ “iyi misin?” diye soran olmadığını hatırlıyordum. Çok şey kaybettim. Çok kişi kaybettim. Bazen kendimi kaybettim. Ama hep bir yerlerden bir şarkı geldi. Hep bir yerlerden bir ışık sızdı.
Öğrendim ki hayatta kalmak sadece nefes almak değil. Bazen dans etmek: yani küçük bir hareketle dünyaya beni yutamadın demek.
“Nasıl dans edeceğim ki?” diye soruyorsun belki.
Kendine çok yüklenmeyi bırakarak başla. Herkesin hayatı bir şekilde yanıyor. Sosyal medyada gördüğün o pürüzsüz insanlar bile geceleri yastığa başını koyduğunda kendinden kuşku duyuyor. Herkes bir enkazın önünde durup “ne yapacağım şimdi?” diye soruyor. Ama bazıları o enkazın ortasında gözlerini kapatıp rüzgarı hissediyor. Çünkü biliyorlar: Her şey yıkılmış olsa bile gökyüzü hâlâ orada. Müzik devam ediyor.
Dans etmenin bin türlü yolu var. Kimi yazıyor, kimi ağlıyor, kimi yeni insanlarla tanışıyor, kimi yalnızlığı seçiyor. Kimisi sadece sabah uyanıyor ve çay demliyor. Hayatta kalmanın en güzel şekli bazen en basit olanı. Ama o sadeliğin içinde bile bir isyan var. Bir ritim.
Her şeyin yolunda olduğu zamanlarda kim olduğunu göstermek kolay. Ama her şeyin karıştığı zamanlarda, kendine nasıl sahip çıktığın asıl karakterini anlatır. O yüzden dans etmeliyiz. Elimizde kalan son şey zarafet bile olsa, onunla sahnede kalmalıyız.
Yorulabilirsin. Dans ederken terlemek yorgunluktur, ama aynı zamanda hayattır. Hareket ettiğini, hâlâ burada olduğunu gösterir. Savaşırken güzel kalabilmektir. Kendin kalabilmektir. Yoklukta bile müzik duyabilmektir. Yangının içinde kül değil, kıvılcım olabilmektir.
Bir gün bu yangın bitecek. Binalar yeniden yükselecek, kalbinin üzerine yeni bir hayat inşa edeceksin. Ama bu kez sen değişmiş olacaksın. Dans ettiğin için. Kaçmadığın için. O en karanlık anda bile kendini hatırladığın için.
Ve işte o zaman, geçmişe dönüp baktığında gururla diyeceksin: “Ben yandım ama yok olmadım. Ben düştüm ama kalktım. Hem de zarafetle. Hem de müzikle.”
Çünkü bazen hayat sana bir yangın sunar… ama sen yine de ayakkabılarını giyip ortaya çıkarsın.
Ve dans başlar.
Okurken aklıma dansa davet kitabı geldi, ruhun acısı ve üzüntüsünü dansa dökerek kendilerini kaybetmeleri gibi.. eline sağlık çok anlamlıydı 🌼
paramore - let the flames begin