içimde kırmızı bir oda var, herkesi dışarda tutuyorum
bu odayı yıllar içinde inşa etmedim, o zaten hep oradaydı. ama zamanla, ne işe yaradığını öğrenmeye başladım.
Kimseye göstermediğim bir tarafım var. Göstermek istemediğimden değil, gösteremediğimden. Çünkü o taraf, sözcüklere sığmıyor. Ona her yaklaşmaya çalıştığımda, dilim tutuluyor, midem burkuluyor, gözlerimin içi kararıyor. İçimde bir oda var. Kırmızı. Duvarları canlı bir et gibi. Nabzı var. Soluk alıyor. Yaşıyor. Ama benim kontrolümde değil.
O oda bana ait ama bana oldukça yabancı. Kapısını sıkıca kapattım yıllar önce. Kilidi kırmızı bir çocukluk anısıyla mühürlü. Biri bana dokunduğunda, biri beni fazla anladığında, biri birden fazla iyi olduğunda, o oda titremeye başlıyor. Duvarları terliyor sanki. İçeriden biri kapıya dayandığında, kalbim hızlanıyor. Kapıyı açmıyorum ama kapının arkasında ne olduğunu çok iyi biliyorum. Orada ben varım. Ama eski bir ben. Tanımak istemediğim bir ben. Unuttuğumu sandığım bir ben.
Kırmızı bazen tutkudur derler. Bazen aşk. Ama ben kırmızıyı hep bir uyarı ışığı gibi gördüm. Ambulans gibi. Dur tabelası gibi. Yasak bölge. Geçilmez. Tehlikeli. Çünkü o odada sakladıklarım sabit değil. Bazen bir ses yankılanıyor içeriden, annemin gençliğinde söylediği bir cümle, çocukluğumda duyduğum bir çığlık, birinin bana bir keresinde “çok abartıyorsun” dediği o gün. O cümleler çıkamıyor dışarı, boğazıma takılıyorlar. Bir yumru gibi. Anlatamadığım, anlatmaya cesaret edemediğim her şey o kırmızı odada yankılanıyor.
İnsanlar beni sessiz bulur. Kontrollü. Mesafeli. “Çok olgunsun” derler. Ama onlar bunun olgunluk değil, hayatta kalma becerisi olduğunu bilmezler. Çünkü ne zaman duygularımı göstersem, biri gelir ve üstüme basar. Ne zaman içimi açsam, biri o açıklığı silah olarak kullanır. O yüzden kapattım odayı. Kendi içimde, kendi kendime bir sürgün başlattım.
Ama o oda uyumuyor. Geceleri, uykumun en derin yerinde, bazen rüyalarıma sızıyor. Rüyamda bir koridor oluyor. Sonsuz bir koridor. Ucunda o oda. Yaklaşıyorum ama içeri giremiyorum. Kapı hep azıcık aralık. Sanki biri bakıyor. Ama kim? Belki de ben. Belki de hiç büyümemiş hâlim. Orada, zamanın durduğu bir yer var. Herkes büyürken, ben o odada küçülerek kaldım. Kendi içime saklandım. Kendi içimde kayboldum.
Bazen odayı açmak istiyorum. Belki içeri girip ışıkları açarsam, yaratıklar yok olur sanıyorum. Ama ya ışıkları açtığımda gördüğüm şey ben olursam? O halimle yüzleşmeye cesaretim yok. Çünkü bazen insan kendinden daha çok kimden korkar ki? İçimizde susturduğumuz versiyonlarımızdan. Yüz vermediğimiz, kulak asmadığımız, “bunu hissetmek saçma” diyerek bastırdığımız her hâlimiz, birikir birikir ve en sonunda bir oda kurar. Kırmızı. Nabız gibi atan. İçimizde, tık tık vuran bir saatli bomba gibi.
İnsanlar sınırlarımı anlayamıyor. “Neden her şeyin mesafeli?”, “Neden asla tam açılmıyorsun?” diyorlar. Herkes o kırmızı odaya girmek istiyor ama kimse orayı temizlemeye gelmiyor. Herkes meraklı ama kimse sorumluluk almak istemiyor. Herkes anlamak istiyor ama anladığı hâlde kalabilecek kadar cesur değil.
O yüzden orayı saklıyorum. Korumuyorum; çünkü korunacak bir yer değil. Ama birileri daha girmesin diye mühürlüyorum. Biri daha içeri girip darmadağın etmesin diye. Ben içeridekileri bir araya toplamaya daha yeni başlamışken, biri gelir ve her şeyi tekrar devirirse bir daha asla aynı yerden başlayamam.
Bazen kırmızı oda, bir acil durum butonu gibi hissettiriyor. Duygularım fazla yükselirse, kendimi fazla açık hissedersem, direkt oraya kaçıyorum. Sığınak gibi. Ama sığınaklarda bir yere kadar nefes alınabilir. Oda beni hem koruyor hem boğuyor. Hem gizliyor hem unutturuyor. İçimdeki en yalnız yer orası. Bazen de tek güvenli yer.
Biri bana gerçekten ulaşmak istiyorsa, o odaya girmeye çalışmasın. Sadece kapının önünde otursun. Ben içeriden duyarım. Beklesin, sessizce. Elinde çiçekle değil, sabırla. Güzel sözlerle değil, suskunlukla. Çünkü içimdeki kırmızı oda, kelimelerle değil anlayışla açılır.
Belki bir gün, ben o kapıyı aralayabilirim. İçeri bir ışık süzülür. Bir nefes. Bir isim. Belki de yalnız kalmak istemem o zaman. Ama bugün değil. Bugün, hâlâ içeriden yankılar geliyor.
Ben hâlâ o kapının dışında, içeri bakmamaya çalışarak, derin bir sessizlikle kendimi tutuyorum. Ben içimdeki kırmızı odayı kimseye açmıyorum. Burası bir sığınak. Ve ben burada yalnızım ama terk edilmiş değilim.
Kırmızı. Sıcak. Sessiz. Benim.
Okurken kendimi gördüm çoğunlukla.. ve kendimi bile kendimden kaçırdığım o alanın tek farkının bir renk olduğunu anladım.. bir rengin bile insanda ne kadar farklı anlamlara gelebileceğini düşündüm okumayı bitirdiğimde.. tabi buradaki konu renk değil.. çok güzeldi ellerine sağlık ❤️
onemli olan o odalara kendimizi hapsetmemek. bazen sigindigimizi sandigimiz sey aslinda kacmamiz gereken asil sey de olabilir. guvenirliginden, koruyuculugundan emin olmak gerekiyor. cok guzel yazmissin, ellerine saglikk 💕