Her sabah kendime hazırlanıyorum ama hiçbir sabah kendim olamıyorum.
Yeni bir ajanda alıyorum mesela, ilk sayfasına “bu yıl başka bir yıl olacak” yazıyorum. Sanki sadece ajandanın ilk sayfasında değil, kendi hayatımın da ilk satırlarında bir şeyi değiştirirsem her şey farklı gelişecekmiş gibi. Temiz bir sayfa, yeni bir düzen, başka bir ben. Hep bir hazırlık hâlindeyim. Sanki ben henüz başlamadım da, başlamak üzereyim. Asıl ben yanımda değil de, köşede bekliyor.
Bana kalsa, henüz yayımlanmamış bir versiyonum var. Daha düzenli olanı, daha sabırlı, daha üretken. Daha çok okuyan, daha az unutan. Daha az öfkelenen, daha çok anlayan. Şu anki hâlim prova gibi. Gerçek performans o değil. Gerçek ben daha gelmedi. Hâlâ hazırlanıyor. Şimdiki hâlimi kimse ciddiye almasın lütfen.
Ama işte hayat sen prova yaparken geçiyor. Görünüşte yaşıyorum, evet. Arkadaşlarımla buluşuyorum, işlerimi teslim ediyorum, kahve alıyorum, biraz da gülüyorum. Ama içeride başka biri başka bir şeyin hayalini kuruyor: Başka bir benin. Hep bir sonrakinin.
Daha iyi beslendiğimde. Daha çok kitap okuduğumda. Terapiye düzenli gittiğimde. Spora başladığımda. Artık sosyal medyada daha az vakit geçirdiğimde. Daha az kıskandığımda. Daha az ertelediğimde. Daha çok yazdığımda. Daha çok kazandığımda. Daha çok sevdiğimde. O zaman, işte o zaman “ben” olacağım. Asıl o zaman yaşayacağım. Gerçek ben o zaman konuşacak. Gerçek yazılarımı o zaman yazacağım.
Yani kendimi hiç şimdiki hâlimle kabul etmiyorum. Kendi hayatımda geçici personel gibiyim. Bu versiyonum, asıl ben gelene kadar burada kalıyor. Bazen günlerce başımı yastıktan kaldırmadan geçirdiğim bir gün bile geçerli değil. “Zaten gerçek ben böyle yapmazdı” diyerek üzerini çiziyorum. Sanki bir sahne kazasıymış gibi kayıttan siliniyor.
Ama gerçek bu değil. O günler de benim. O karanlık, sabun köpüğü gibi dağılan günler. O sessiz akşamlar, ertelediğim işler, söyleyemediğim cümleler, yazamadığım yazılar. Hepsi benim. Ve bir türlü bunu içime sindiremiyorum. Şimdiki benin de gerçek olduğunu kabul edemiyorum. Hep bir güncelleme bekliyorum.
Ve belki de bu yüzden hiçbir zaman tam hissedemiyorum. Çünkü kendimle temasım yok. Hep bir sonrakiyle temas etmeye çalışıyorum. Sanki bugünkü ben fazla geçici, fazla eksik, fazla hazırlıksız.
Bu, sadece bireysel bir sıkıntı da değil üstelik. Sosyal medya da bizi bu yöne itiyor. Herkes bir şeylerin “öncesi” ve “sonrası”nı paylaşıyor. Kilo verdikten sonra. Başarı geldikten sonra. Terapiye gidip toparladıktan sonra. Ama o “aralar”? O kargaşa? O günler, o sabahlar, o akşamlar? Sanki görünmeye değmez. Sanki paylaşmaya bile utanılmalı.
Bu yüzden ben de o araları gizliyorum. Kimseye anlatmıyorum o hâllerimi. Çünkü onlar “ben” değil. Onlar geçici, onlar başarısız, onlar hazırlıksız. Oysa belki de gerçek ben, tam da orada saklı.
Hayatımda önemli yer tutmuş insanlara bile kendimi hep “yakında çok daha iyi biriyim” gibi sundum. Biraz daha zaman verselerdi, biraz daha bekleselerdi… Ben onları hayal kırıklığına uğratmadım aslında. Henüz hazır değildim. Oysa kimse versiyonumuzu beklemiyor. Herkes şimdiki hâlimizle kalıyor, ya da kalmıyor.
Bazı arkadaşlıklarımda da böyleydim. Sürekli “daha sonra daha iyi anlatırım kendimi” dedim. İlk yıllar sessizdim. Son yıllar yorgun. Bir türlü ortasını bulamadım. Hep daha anlatılmamış bir ben kaldı. Oysa insanlar yaşanmış olana bakar. Benim gösteremediğim iyi taraflarıma değil.
Ve şimdi, 20’lerimin ortasında, şunu anlıyorum: Belki de kimseye hazır versiyonumu göstermem gerekmiyor. Belki de önemli olan, şimdi burada kim olduğum. Bu hâlimle sevilip sevilmediğim. Bu hâlimle ne üretebildiğim.
Kendi kendime sorduğumda bile bazen cevap veremiyorum: Neyi bekliyorum hâlâ? Hayatın bir onay tuşu yok. Kimse gelip “hazırsın” demeyecek. Yeni versiyonun gelmeyecek. Belki de şimdiki hâlim, ulaşabileceğim tek hâl. Ve bu, kötü bir şey değil. Hatta biraz acıtsa da gerçek olan bu.
Kendime hep bir sonrakini bekleyerek büyük haksızlık ettim. Oysa ben zaten olmuştum. Zaten başlamıştım. Zaten yazıyordum. Zaten yaşıyordum. Ama farkında değildim çünkü radarımı başka bir versiyona çevirmiştim.
Kendimi şimdi, burada, bugünkü hâlimle kabullenmeye çalışıyorum. Beceriksizliklerimle. Hâlâ çözemediğim duygularla. Bir türlü düzene giremeyen ajandamla. Dökülüp yeniden toparlanan planlarımla.
Çünkü hayat ertelenerek yaşanmıyor.
Ve en çok kendimi, şimdiki hâlimle kaybediyorum. Oysa belki de asıl devrim, bir sabah uyanıp hiçbir şey değişmemişken, aynaya bakıp “tamam” demekle başlıyor. Bu sabah da yazamadım, ama olsun. Bu hafta da dağıldım, ama yaşadım. Bu hâlimle de fena değilim.
Çünkü en çok bu hâlim sevgiye muhtaç. En çok bu hâlim kabul bekliyor. Ve başkasından önce, benden.
gercek mukemmeliyetcilerin kafalarinda donenleri o kadar guzel kaleme almissin ki
çok sevdim bu yazıyı ve çok uzun süre böyle yaşamıştım kendimi sevmeyi bekledim bekledikçe de bi türlü sevememiştim çünkü hayali bi versiyonumu bekliyordum ve o anki kendimle ilgilenmiyordum yeterince kafamızdan bu kadar benzer cümleler geçmesi de çok ilginç😭😭 ellerine kalemine sağlık💗