Küçükken eve geç gelen babanı ilk sen anlarsın. Anlamak da ne demek, koltuğa uzanmış bedenini örtersin bir battaniyeyle. Kimse sormadan çayı demleyip önüne koyarsın. Kardeşin üzülmesin diye annene arabuluculuk yaparsın. Herkesin morali yerinde kalsın diye espri üretirsin, tansiyonu düşürürsün, eksik olan sevgiyi kendinden tamamlarsın. O zaman anlamazsın ama bir sessizlik mirası devralırsın. Henüz on yaşındayken.
Büyük çocuksan, sana sorulmaz ama senden beklenir. Herkesin derdi seninle konuşulur ama senin derdin kimseyi rahatsız etmesin istenir. Ağlamak istersin ama kimseyi korkutmamak için susarsın. İsyan edemezsin çünkü “sen güçlüsün” derler, sırf önce doğdun diye. Ne büyük bir ceza aslında sadece birkaç yıl erken doğmuş olmak.
Başarı mecburiyettir büyük çocuk için. Sorumluluk, senin adına çoktan yazılmış bir senaryo. Zar atmana bile izin yoktur çoğu zaman çünkü zaten altı gelmek zorundadır. “O kadar masraf ettik, en azından bir işe yarasın.” “Sen yaparsan o da yapar.” “Biz senin yaşında ne sıkıntılar çektik, senin önün açık.”
Önün açıktır, evet. Ama yürürken ayakların titrer. Çünkü arkandaki herkesin hayali sırtındadır. Sadece kendi yoluna değil, annenin yarım kalan okulu, babanın ertelediği hayalleri, küçük kardeşinin örnek alacağı geleceği de taşırsın. Omzuna bir omuz daha koysan çökersin ama gülümsemeye devam edersin. Başarıyı bırakmak gibi bir lüksün yoktur çünkü düşersen sadece sen düşmezsin, sistem çöker.
Büyük çocuksan, kendini ispatlaman gereken tek yer okul ya da iş yeri değildir. Aile masasında da yarış vardır. “Bak ablan nasıl okuyor.” “Onun kadar akıllı olsan yeter.” Yeter? Ne zaman yeterli oldu bu kelime? Hiç. Çünkü yeterlilik büyük çocuğa yakıştırılmaz. Daha iyi olmalısın. Daha sakin, daha çalışkan, daha özverili. Aksi takdirde küçüklerin yolu açılmaz.
Küçük kardeşin hata yapar, öğrenir. Sen hata yapamazsın çünkü herkes senden örnek bekler. Küçük sevilirken sen takdir edilirsin. Ama takdir sevgiyi doyurmaz. Gözlerinin içine bakılmadan söylenen bir aferin ne işe yarar ki? Geceleri kendinle baş başa kaldığında seni güçlü gördükleri için yalnız bıraktıklarını anlarsın. Başarılı oldukça yalnızlaşmışsın. Her başarın, bir adım daha uzaklaştırmış seni anlatılabilir olmaktan.
Çocukken oyuncaklarını paylaştın, büyüyünce hayallerini. Her şey yarım yarım sana ait. Belki bu yüzden ne tam sevilebiliyorsun ne de tam güvenebiliyorsun birine. Çünkü sen hep önce onlar dedin. Ve hayat sana hiç önce sen demedi.
Ama öyle bir noktaya gelirsin ki artık başarılı olmak da yetmez. Çünkü başarı da seni tatmin etmemeye başlar. Yıllarca birilerini mutlu etmek için başarıyı kendine kalkan edersin. Ve bir gün… Zar beş gelir. Ya da dört. Ya da bir. Ve herkes sana bakar. Ne oldu? Hani sen hiç hata yapmazdın? Hani sen her şeyi hallederdin? Hani sen büyüktün?
Ama o an anlarsın: büyüklük hiç büyüyememekmiş aslında. Sürekli güçlü olmaya çalışırken içindeki çocuğu büyütemeyen bir yetişkin olmakmış. Ve başarı… O da bir çocukluk travmasıymış, alkışları sevmediğin halde hep sahnede kalmak zorunda olmak gibi. Sadece düşmemek için dans etmekmiş.
Zar altı gelmediğinde senin değil, zarın suçlu sayılması gerekirken, kendini yer bitirirsin. “Daha çok çalışmalıydım.” “Daha iyi plan yapmalıydım.” “Ben demek ki yeterince zeki değilim.” Ama bilmezsin ki sen zaten on kişinin yükünü tek başına sırtladın. O zar baştan hileliydi, sen tek attın herkesin umudunu.
Büyük çocuksan, bir süre sonra başarıyı istemekten vazgeçip sadece hata yapma lüksüne sahip olmayı dilersin. İnsan gibi yorulabilmek, düşüp kalkabilmek, kendi kararlarını alıp sonuçlarına tek başına katlanmak istersin. Ama hayır. Sen düşersen, başkalarının dünyası da sarsılır. Sana verilen rollerin dışına çıkamazsın. Çıkarsan hayal kırıklığı olursun.
Ve en acı olan da… bunu kimse sana açıkça söylemez. Hiç kimse çıkıp da “senin çocuk olma hakkını elinden aldık” demez. Ama davranışlarıyla, beklentileriyle, suskunluklarıyla gösterir. Her şey senin üzerine yıkılırken sana sadece güçlü ol derler. Oysa güçlü olmak bazen sadece daha çok acı çekmek demektir.
Belki bir gün büyük çocuklar da yavaş yavaş konuşmayı öğrenir. “Ben yoruldum.” “Ben de korkuyorum.” “Ben de sevilmek istiyorum.” der. Belki bir gün zarın üç geldiği bir sabah kahvaltı masasında kimse yargılamaz onları. “Bu sefer olmadı ama olsun.” denir. Belki bir gün büyük çocuklar da küçük olmanın hakkını yaşar.
Ama o gün gelene kadar… Zar altı gelmek zorunda. Çünkü başka çaren yok gibi. Çünkü başka ihtimal tanınmadı sana. Çünkü sen büyük çocuksun.
Ve büyük çocuksan, hep kazanmak zorundasın.
büyük çocuk olmanın baskısıyla yaşayan bana öyle bir dokundu ki bu yazı. sanki varlığına öyle bir alıştığım, benimle bütünleşmiş bir yaraya tuz basılmış da hatırlatılmış gibi oldum. benim için tüm bu yetersizlik hissinin, başarısızlık kaygısının altındaki en temel sebep bu belki de. ama küçük bir zarın üstündeki küçük bir rakama yenilmeyeceğim, yenilmeyelim. 🫶🏻
yazin cok guzel ama bu bence sadece buyuk cocuklarin degil buyuk cocuk hissedenlerinde kaderi